21 Kasım 2015 Cumartesi

Finansal piyasalar hakkında bilgi

Finansal piyasalar hakkında bilgi
Finansal piyasalar hakkında genel bilgiler
Finansal sistem ve finansal piyasalar
Sermaye piyasaları ve finansal kurumlar



Merhaba arkadaşlar. Bu konumuzda finansal piyasalar hakkında bilgileri size aktaracağım. Özellikle öğrenci arkadaşlar için çok yararlı bir konu olacağını düşünüyorum. Evet.. Başlayalım.

Bireyleri, işletmeleri, devletleri ve ülke ekonomilerini çok yakından etkileyen finansal piyasalar, finansal kurumlar, finansal araçlar ve bu piyasalara yön veren faizler bu konuda yer alacaktır.

Finansal sistemin ana bileşenlerinin birbirlerine yönelik konumlanışını finansal mimari açıklar. Finansal piyasalar sadece fon arz edenler ile fon talep edenlerden oluşmamaktadır. Finansal piyasalar denildiğinde genelde fon arz edenler ile fon talep edenler ilk akla gelir. Finansal sistemi şu unsurlar oluşturur;

* Tasarruf sahipleri (Fon arz edenler)
* Yatırımcılar (Fon talep edenler)
* Yatırım ve finansman araçları
* Yardımcı kuruluşlar
* Hukuki ve idari düzenlemeler

Finansal mimarinin ana fikri olan finansal sistem, finansal piyasalardan daha geniş bir kavramı ifade etmektedir.

Etkin piyasalarda finansal varlıkların fiyatı, piyasaya ulaşan tüm bilgileri yansıttığı sayılır. Piyasaya hızla gelen her bilgi, herkes tarafından ulaşılabilir. Piyasaya gelen yeni bilgiler ile menkul kıymetlerin piyasalarında değişiklikler olur. Etkinlik; hangi bilgilerin, hangi hızda, hangi doğrulukta geldiğini, fiyatların da hangi hız ve doğrulukta olduğunu oluşturmaktadır. Piyasanın etkinliği, doğru bilgilerin piyasalara yansıması sonucu artacaktır. 

Finansal piyasalarda en yaygın biçimde kullanılan finansman yöntemi borçlanmalardır. Borç bankalardan sağlanabileceği gibi, tasarruf sahiplerinden de sağlanabilir. Borçlanma araçlarının 2 temel özelliği vardır. Bu özellikler; 

* Belirginleşmiş bir vadesinin ve faizinin olmasıdır.

Borç alanlar ana parayı ve borç içindeki faizi ödemek zorundadır. Borçlanma amacına bağlı olarak borcun vadesi kısa ya da uzun olabilir. Devletin kısa sürede fon ihtiyacını karşılamada hazine bonoları kullanılır. İşletmeler ise kısa sürede fon ihtiyacını karşılamak için banka kredileri ve finansman bonolarına başvururlar.

Öz sermaye piyasasında; hisse senedine yatırım yapan yatırımcılar, kuruma ortak olmakta, kurumun karı ve varlıkları üzerinde hakka sahip olmaktadır. Hisse sahipleri, kuruma ortak oldukları için oy hakkı ve yönetici belirleme hakkına da sahiplerdir.

İşletmeler genellikle kısa sürede varlıklarını finanse etmede, kısa sürede harcamalarını karşılamada , para piyasalarında, orta ve uzun vadede varlıklarını finanse etmede sermaye piyasalarından faydalanırlar. 

Birincil piyasalar; İlk kez alıcılara satıldığı piyasalardır.Birincil piyasaya sahip olan işletmelerden; finansal varlıklara, ihraç eden kurumlara fon girişi olur.

İkincil piyasalar; Daha önce alınıp satılan finansal varlıkların tekrar işlem gördüğü piyasalardır.

Spot piyasalar; Ödemenin veya teslimatın hemen ya da iki iş gününde yapıldığı piyasalardır. Bu piyasalara nakit piyasa da denir. 

Vadeli piyasalar; Gelecekteki bir tarihte ödemelerin veya teslimatın yapıldığı, fiyatının ise bugünden belirlendiği piyasalardır.

Finansal piyasalar, organize olup olmamasına göre 2'ye ayrılır;

* Organize piyasalar
* Organize olmayan piyasalar

Organize piyasalarda; Yatırımcılar tarafından bilgilere erişim kolaydır. Maliyetler ise düşük olur. Organize piyasaları çok sayıda alıcı ve satıcı tercih eder. Çok sayıda alıcı ve satıcı olduğu için, tam rekabet ortam koşulları geçerli olur.

Organize olmayan piyasalarda; Finansal varlıkların fiyatları pazarlıkla oluşur. Organize olmayan piyasalarda genellikle işlem yapan tasarruf sahiplerinin kimlikleri bilinmez, aracı kurumlar da bilinmez. Organize olmamış piyasa, aldatılma oranı yüksektir. 

Finansal varlık ihraç eden birim açısından bir yükümlülüktür. Satın alan açısından ise bir varlıktır. 

Finansal varlık; Finansal piyasalara fon sunanların sundukları fon karşılığında fon talebine bulunanlardan aldıkları varlıklardır. Diğer bir adıyla finansal araçlardır.

Genellikle finansal varlıkları ve menkul kıymetleri eş anlamlı sayarlar. Ancak eş anlamlı değildir. 

Finansal piyasalarda, fon arz ve talebi doğrudan ya da dolaylı finansal aracılar ile karşılaşabilir. 

Dolaylı finansmanda; Finansal kurumlar arz edilen fonlar ile talepleri karşılar. Arz edenler ile talep edenler arasında bir bağlantı bulunmaz. Finansal sistemde, fonların el değiştirmesi genellikle finansal aracı kurumlar tarafından gerçekleştirilir.

Doğrudan finansmanda; Fon arz edenler, fonların kime verileceğini tercih eder ve bilirler. Fon transferinde bir aracı kurum aracılık yapar. Bu finansal kurum, tasarrufları kendi hesabına kabul eder, karışılığında ise hisse senetleri, tahviller veya finansman bonoları talep eder. 

Finansal sistemden beklenen fonksiyonların en iyi şekilde işleyebilmesi için, düzenlemede ve denetlemede otoriterlere ihtiyaç vardır. Bu sistem, genelde güven unsuruna dayalıdır. Gözetim ve denetim mekanizması ne derece sağlıklı işlerse, kaynakların uygun alanlar ve uygun zamanda aktarılması da o derece kolaylıkla gerçekleşir. Türkiye'de finansal piyasaları düzenleyen ve denetleyen kurumlar şunlardır;

* Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası
* Hazine Müsteşarlığı
* Sermaye Piyasası Kurulu
* Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu
* Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu

Faiz; Finansal sistemi ve piyasaları en çok etkiler. Piyasa faiz oranı, cari faiz oranı denildiğinde nominal faiz oranı ifade edilmektedir. Faiz oranının nasıl belirlendiği konusunda 2 teori vardır. Bunlar;

* Borç verilebilir fonlar teorisi
* Likitide tercih teorisi

Fon arz ve talep eden ekonomik birimlerin faize karşı esneklikleri farklılık gösterir. Faizler yükseldiğinde bireylerin ve işletmelerin, fon talebinde düşme yönünde daha esnek iken, devletlerin esnek değildir. Faizler yükselse bile devletin fon ve talebinde önemli bir değişiklik görülmez.



20 Kasım 2015 Cuma

İnsanoğlu ne zaman akıllanacaksın?

İnsanoğlu ne zaman akıllanacaksın?



New York'ta 2006 yılında çekilmiş bir fotoğraf. Bir lösemi hastası çocuk pencereden caddeye bakıyor. Çocuk 10 ay sonra hayatını kaybetti.

Çok acı değil mi? İnsanları izleyin. Parka oturun, pencereden bakın izleyin insanları. Herkesin ayrı bir hayatı var. Kimisi işe gidiyor, kimisi sevgilisiyle geziyor, kimisi yemek yiyor vs. Herkes ayrı bir sınavda. Hayat bir rüya gibi gelip geçiyor. Şu yalan dünya için ne kadar uğraşıyoruz. Ah insanoğlu ne zaman akıllanacaksın? Ne zaman kalp kırmaktan vazgeçeceksin? Ne zaman insanları, hayvanları öldürmekten vazgeçeceksin?

Sizce hayattan umudunu yitirmiş olan lösemili çocuk, insanları izleyerek ne düşünüyor olabilir?

Mehmet Zaroğlu

16 Kasım 2015 Pazartesi

İş ahlakına neden ihtiyaç duyulur?

İş ahlakına neden ihtiyaç duyulur?
İş ahlakı neden gereklidir?



Ülkelerin gün geçtikçe nüfusu artmaktadır. Dünya nüfusu çoğaldıkça iş seçenekleri de çoğalır.

İş ahlakı neden gereklidir sorusuna verilecek bir çok cevap vardır. Ülkemizi ve dünyayı göz önüne alarak bu konuyu şu şekilde konuşabiliriz.

Ülkemiz ve dünya ülkeleri bir tarım ülkesi olmaktan çıkıp, sanayileşmiştir. Türkiye'nin 1980'li yıllarla beraber bir sanayi toplumu haline gelmiştir. Bu aşamaya geçtikten sonra ülkemizde dikkat çeken bir erozyon yaşanmıştır. Batılı tüketim toplumuna ayak uydurmaya çalışan Türk toplumunda milli gelir düzeyi, bu tüketimi karşılamaya yeterli olmayınca kişisel ve toplumsal düzende ahlak dışı bir çok uygulamalara maruz kalmıştır.

Dünya nüfusu giderek artmaktadır. Bu artışla beraber yeni istihdam ihtiyacı giderek büyümektedir. Yeni iş imkanlarına ihtiyaç duyulmuştur. Yeni imkanlar oluşturulmazsa işsiz ve yoksul kesimler, zenginlikten pay almak için sosyal ve siyasal şiddete başvuracak, medeniyeti tehdit edecektir. Bu durum da iş ahlakına uygun bir sorumluluk neticesinde istihdam yaratma zorunluluğu haline gelmektedir.

Küresel düzeyde çalışmalar yapan büyük kuruluşlara büyük sorumluluklar düşmektedir. Küreselleşme sonucunda değişik kültürlerden gelen insanların çok uluslu firmalarda çalışması yeni ahlaki sorunları da beraberinde getirmiştir. Bu tür ortamlarda insanlar birbirini anlamalı ve saygı duymalıdır. Küresel kuruluşlar, insan haklarına saygı göstermelidir ve adaletli davranmalıdır. 

Bilişim devrimi ve küreselleşme, iş ahlakını da içerir hale gelmiştir. Bir mal ve hizmetin üretim sonucunda iş ahlakına uygun olmayan unsurlar varsa bu ürünün pazarlamasında sıkıntılar çıkabilir. Sosyal medya üzerinden ürünü boykot eden gruplar çıkabilmektedir. Bunun sonucunda boykot edilen kurumun hisse senetleri oranı düşmekte, zarar görebilmektedir. 

İş ahlakı hem örgütsel, hem de küresel açıdan eskiden olduğu gibi önemli hale gelmiştir.

İş ahlakını gruplara ayırırsak şu sonuçlar ortaya çıkar;

Normatif iş ahlakı
Betimleyici iş ahlakı

Normatif iş ahlakı: İş ahlakında uygun davranışların neler olması gerektiğini inceler ve buna göre çalışmalar yapar.

Betimleyici iş ahlakı: İş dünyasında var olan ahlaki sorunları ve bu konuda ortaya çıkan davranışları ortaya çıkarma üzerinde yoğunlaşır. Daha çok davranış bilimlerinin yöntemlerini kullanır. 

İşini ahlaki olarak yapan çalışan ve yönetici, her zaman kuruma kazandıracaktır. Saygı görecektir. İnsanlar tarafından sevilecektir. İş ahlakını genel ahlaktan ayıramayız. Bu nedenle aileye de büyük sorumluluklar düşmektedir. Ailede nasıl görürse, birey de öyle öğrenir. Ve ömür boyu davranışlarını değiştiremez. Dürüstlük çok önemlidir. Hem işte, hem toplumda. Dürüst insan her zaman kazanır.

Mehmet ZAROĞLU

15 Kasım 2015 Pazar

Pazarlama düşüncesi nasıl gelişti?

Pazarlama düşüncesi nasıl gelişti?


Pazarlama düşüncesindeki değişimdeki neden, dünyadaki gelişmelerdendir. Pazarlama düşüncesi, savaş ve savaş sonrası önemli gelişmeler nedeniyle değişimlere uğramıştır. Pazarlama düşüncesinde olan bu değişimleri belirli başlıklar altında topladığımızda;

* Tüketici davranışlarında değişmeler
* Tüketici bilinç düzeyinde değişmeler
* Pazarlama düşüncesindeki değişmeler etkilemiştir.

İnsanların her dönemde ihtiyaçları değişebilir. Buna göre her dönem müşteri istek ve ihtiyaçlarına yönelik araştırmalar yapılmalıdır. 

Mehmet ZAROĞLU

Müşterilere nasıl fayda sağlanır?

Müşterilere nasıl fayda sağlanır?


Tüketicilerin istek ve ihtiyaçları neticesinde mallar ve hizmetler üretilir. Ve tüketicilere pazarlanır.

Pazarlamanın tüketicilerin istek ve ihtiyaçlarına yönelik sağladığı faydalar;

* Şekil
* Zaman
* Yer
* Mülkiyet faydalarıdır.

Pazarlama, tüketicilere istediği yerde, istediği zamanda, istediği şekilde mal, hizmet veya bilgiye ulaşma imkanı sağlamaktadır. Pazarlama ve üretim bölümü birbiriyle koordineli çalışırlar. Üretim bölümünün gerekli bilgileri elde ederek, ürünü üretmesi şekil faydasını oluşturur. Şekil faydası oluştururken tüketicilerin talepleri dinlenir ve göz önünde bulundurulur. Müşterinin talebine göre üretilir. 

Tüketicilerin istediği zamanda ürünü satın alması zaman faydasını oluşturur. Tüketiciler, montu kış mevsiminde, güneş kremini yaz mevsiminde talep ederler. Yağmur yağdığında ortaya çıkan şemsiyecileri görmüşsünüzdür. Müşterinin bir şemsiyeye ihtiyacı olduğunu anlayan pazarlamacı, hemen şemsiyeleri satmaya çalışır. Bu durumlar göz önünde bulundurularak hizmet gerçekleşir. Bu ürünler yılın her döneminde ulaşılabilir. Dükkanlarda ürünler stoklanır, tüketici istediğinde ürün pazarlanır. Bu da mülkiyet faydasını oluşturur.

Tüketicilere karşı güler yüzlü davranmak önemlidir. Tüketici karşısında güler yüzlü, samimi insanları görmek ister. Eğer samimiyeti bulamazlarsa, bir daha gelmek istemezler. Tüketici her zaman haklıdır.

Mehmet ZAROĞLU


Pazarlama konusu nasıl oluşturulur?

Pazarlama konusu nasıl oluşturulur?



Bir ürünün üretilmesi için pazarlama konusunun belirlenmesi gerekir. Pazarlamanın konusu nasıl oluşturulur? Şimdi bu konuyu ele alacağız.

Pazarlama konusunun oluşturulduğu yere pazar denir. İnsanların istek ve ihtiyaçları neticesinde pazarlama konusu oluşturulur. İnsanların istek ve ihtiyaçları; fiziksel ve sosyal ihtiyaçlar olmak üzere ikiye ayrılır. 

Fiziksel ihtiyaçlar; açlık, susuzluk, örtünme, uyku gibi ihtiyaçlardır. 

Bu istekler karşısında insanların sınırsız sayıda pazarlama alternatifleri çıkmaktadır. Abraham Maslow, bu istek ve ihtiyaçları basamaklar halinde sıralayarak, ihtiyaçlar hiyerarşisini ortaya koymuştur. Maslow'un ihtiyaçlar hiyerarşisine göre, bireylerin bu ihtiyaçlarını gerçekleştirme sırası, bireyden bireye farklılık göstermektedir. Aşağıdaki şekilde, Maslow'un ihtiyaçlar hiyerarşisi sıralanmıştır.


Pazarlama alanında oluşan değişim altında esas sebepler yer almaktadır. Pazarlama alanında olan en çok değişim, bir maddi unsura dayansa da, bu değişimin altında yatan esas sebepler şunlardır;

* Deneyimler
* Duygular
* Psikolojik ve sosyal etkenlerdir.

Değişimi farklı konu alan kişiler değişimi;

* Faydacı
* Sembolik
* Karma değişim altında toplamışlardır.

Faydacı Değişim: Malların veya hizmetlerin para veya başka ürünler karşılığında el değiştirmesidir. Bu da görünür faydadır.

Sembolik Değişim: İki ya da daha fazla taraf arasında; psikolojik, sosyal ve diğer soyut varlıkların el değiştirmesiyle oluşur. Bir ürün, tüketicinin ifade ettiği semboller nedeniyle alınmaktadır. 

Karma Değişim: Faydacı ve sembolik değişimin bir arada olduğu kavramdır.

Bu yöntemler, yapılan araştırmalar ve farklı tanımlar sonucuyla ortaya çıkmıştır. İnsanların istek ve ihtiyaçlarına yönelik düşünülmüştür.

Mehmet ZAROĞLU

Pazarlamaya yönelik bakış açıları

Pazarlamaya yönelik bakış açıları

Pazarlamaya yönelik farklı bakış açıları mevcuttur. Bu bakış açılarına rağmen pazarlama, bireyler ve örgütler arasında yaşanan değişim ilişkisini ifade eder. Pazarlamanın bir işletme fonksiyonu mu? İşletme fonksiyonundan daha fazlasını mı ifade eder? Bu tartışma konusudur. Bu bakış açıları, müşterilere yönelik odağı etkilemekte ve pazarlama tanımında farklılıklar yaratmaktadır.

Amerika Pazarlama Birliği, pazarlamayı şu şekilde tanımlar;

"Bireylerin ve örgütlerin amaçlarına uygun değişimi sağlamak üzere malların, fikirlerin ve hizmetlerin oluşturulmasını; fiyatlandırılmasını, dağıtımını ve tutundurma çabalarını planlama ve uygulama sürecidir. "

Pazarlamaya yönelik bakış açılarındaki değişimler sonucu, pazarlamanın ilişki boyutunun ön plana çıkması ve tüketici hükümranlığının kabul edilmesi ile birlikte pazarlama, paydaşlarına değer yaratan değişim ilişkileri ağlarını oluşturmayı, sürdürmeyi, geliştirmeyi ve gerektiği zaman sonlandıran sentez uygulamalı sosyal birimdir.

Bu tanımlar, modern anlamda 2 bakış açısını ortaya koyar. Bunlar;

* Anglo Sakson (Pazarlama Yönetimi)
* Alp Germen (İlişkisel Pazarlama)

Anglo-Sakson; değişim yönlü pazarlama açısıdır.
Alp-Germen; taraflarına değer yaratan, değişim ilişkileri yönlü bakış açısıdır.

Pazarlamaya bu iki yönden bakan işletmelerin ortak özelliği, tüketicilerin istek ve ihtiyaçlarını karşılamak için bir değişim sağlama çalışmalarıdır. 

Pazarlamada değişimin olması için;

* Birbiri ile iletişim halinde (En az 2 taraf)
* Bir değere sahip 2 taraf
* Birbirine fayda sağlayan 2 taraf
* Kurulmuş bir değişim ilişkisi olmalıdır.

Mehmet ZAROĞLU










Pazarlamacı ne iş yapar?

Pazarlamacı ne iş yapar?


İşletmeler, insanların istek ve ihtiyaçlarının neler olduğunu araştrır.Bu araştırmaya göre fikirler üretir, plan yapar. Sosyal sorumluluk doğrultusunda çok kâr sağlamayı amaçlar. İşletmeler bu işlemleri, temel ve yardımcı fonksiyonlar aracılığıyla yapar.

İşletmeler, hangi hedef pazarda daha başarılı olabileceğini düşünür. Yeni ürünler üretmeye başlar. İnsanları kandırarak satış yapma noktasında değil, insanların ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik çalışmalar yapar. Pazarlama yönetimi, işletmenin temel fonksiyonlarını oluşturur. İnsanlarla yakın temas kurar ve insanların ne ihtiyacı olduğunu öğrenir. Müşterilerin istek ve ihtiyaçlarına göre ürünler üretir ve müşterinin hizmetine sunar.

Mehmet ZAROĞLU

Pazarlamacılara karşı ön yargı

Pazarlamacılara karşı ön yargı


Pazarlama, eve giderken, işe giderken, alış verişte, televizyon izlerken, radyoda vs. her yerde karşımıza çıkar. Pazarlamanın ne yazık ki tam bir tanımı yoktur.

Pazarlama, sosyal medyada çok kullanılmasına rağmen, insanların pazarlamacıların insanlara aldatmaya yönelik bir ön yargısı vardır. İnsanların eksik bilgisi nedeniyle, pazarlamacılara yönelik bir yanılgısı vardır. Binalarda görmüşsünüzdür. Kapıya kağıt asarlar ve kağıda şöyle yazarlar;

"Pazarlamacıların ve dilencilerin binaya girmesi yasaktır"

Pek çok kişi bu yazıyı sorgulama gereği duymaz. Kimi insanlar da bu yazının doğru bir yazı olduğunu düşünür. Dilenciler ile pazarlamacıları aynı tutarlar. Yapılan bilimsel araştırmalar, bu ön yargıyı destekliyor. Araştırmalar sonucunda, pazarlama ile ilgili bilgiye sahip olmayan bireylerin pazarlamanın insanlara aldatmaya yönelik olduğunu düşünür.

Bu ön yargının insanlara yanlış olduğunu anlatabilmek için, pazarlama hakkında bilgisi olması gerekir.

Mehmet ZAROĞLU 

14 Kasım 2015 Cumartesi

Nelere değer veriyorsun?

Nelere değer veriyorsun?



İnsan nelere değer verirse onu hisseder, yaşar. Kimi insan para değer verir, kimi insan kendine, sevdiklerine. Şöyle bir hikaye var. Paylaşmak istedim;

New York'ta bir grup iş arkadaşı, yemek molasında dışarı çıkar. Grupta olanlardan biri Kızılderilidir. İnsan kalabalığı, korna ve siren sesleri arasında ilerlerler. Kızılderili, kulağına cırcır böceği sesinin geldiğini söyler ve yerini tespit etmeye çalışır. Arkadaşları, bu kadar gürültünün arasında kulağına cırcır böceğinin sesini gelmeyeceğini, bunun imkansız olduğunu söyler. İçlerinden biri ona cırcır böceğini aramasına yardım eder.

Kızılderili, kulağını kabartarak, belli bir yöne doğru ilerler. Arkadaşı da onu takip eder. Nihayet, binaların arasında bir tutam yeşilliğin arasında öten bir cırcır böceği bulurlar. Arkadaşı şaşırır ve şöyle der.

" Bunu normal bir insan duyamaz, sende fevkaledelik var. Bunu nasıl duydun" der.

Kızılderili, bu sesi duymak için insanüstü güçlere gerek olmadığını söyler. Arkadaşı inanmaz. Kızılderili, cebinden çıkardığı bozuk parayı havaya fırlatır. Madeni paranın, kaldırıma düştüğündeki çıkardığı ses, cırcır böceğinin sesinden fazla değildir. Ama bir çok insan, bozuk paranın sesini duyar ve paranın ceplerinden düşüp düşmediğini kontrol eder. Kızılderili gülümser ve şöyle der;

"Önemli olan nelere değer verdiğin ve neleri önemsediğindir. her şeyi ona göre duyar, görür ve hissedersin."

İnsanlar o cırcır böceğinin sesini duymaz ama, paranın sesini gayet iyi duyar. Çünkü paraya değer verir.

Mehmet ZAROĞLU

Ahıska soykırımı nasıl oldu?

Ahıska soykırımı nasıl oldu?
Ahıska Sürgünü


Ahıska Türkleri: 1921 - 1944

Her şey yeniden 1921 yılında Ahıska'nın Sovyet topraklarına bağlanması ile başladı. Ahıskalılar için kara günler...

1956 yılı verilerine göre bu ülkedeki Türk nüfusu 138.000 kadardı. Sovyet yönetimi, zorla Gürcistan sınırları içerisinde bıraktıkları Abhaz, Asetin ve Acarlara Özerk Cumhuriyet kurma hakkı tanıdı. Ancak Ahıska Türkleri'ni görmezden geldiler. Bu zamanlarda Ahıska Türkleri başka başka alfabelerle eğitim gördüler. Bu alfabeler; Arap, Latin ve Kiril alfabesi.

Kolhozlar, Ahıska'da 1927 yılında kurulmaya başladı. 1921 - 1927 yılları arasında Alhıska'nın önemli kişileri Sovyet yönetimi tarafından hapishanelere atıldı. Bu insanlardan artık hiç bir zaman haber alınamadı. Sonra Stalin'in desteği ile Gürcü şovenizmi güçlendi. Ahıska Türkleri'nin soyadlarını Gürcücü'ye çevirdiler.

1938 yılında Sovyet Anayasası kabul edildi. Bu Anayasayla birlikte Ahıskalılar kayıtlara Azerbaycan milleti, dilleri ise Azeri olarak geçirildi. Ancak, bu iş Rusların işine gelmedi. Rusların kendi amaçları ve politikaları açısından pek fayda getirmeyeceği anlaşılınca bundan vazgeçildi. 1940 yılında Ahıskalıların resmi dili Gürcüceye çevrildi. Ahıskalıları hor görürlerdi. Ellerinde oyuncak gibi oynuyorlardı. Ahıskalılar, Türk kimliğinden kopartılmak istendi.

Bu yıllarda 2. Dünya savaşı çıktı. Bu harbe Rusya'da dahil oldu. 1938-1940 yılları arasında Ahıska ve çevresine, Türkiye'ye mücavir sınırının koruması altında, onbinlerce Sovyet askeri yerleştirildi. Ahıskalılar, 1940 yılına kadar askere alınmamıştı.Ahıskalılardan birden bire 40 bin civarında kişi Alman cephesine sevkedildi. Askere sevkedilen kişilerin kız, gelin ve çocukları demiryolu inşaatında çalıştırıldılar. Çok zor günler yaşadılar. Kötü şartlar çok zorladı Ahıskalıları. 1944 yılında Borcom'dan Vale'ye döşenen 70 kilometrelik demiryolu inşaatında kötü şartlar nedeniyle bir çok kişi hayatını kaybetti.

Rus yöneticilerin Ahıska Türklerini sürgün etme düşüncesi 10 - 15 yıl önce planlamaya başlamıştır. Çünkü 1921 yılından sonra Komünist devlet yönetimi, Ahbaz, Asetin ve Acarlara Özerk Cumhuriyet kurma hakkı tanımıştı. Fakat Ahıska Türklerine bu hakkı tanımamıştı. 1930 yılında halkın lideri durumda olan önder kişileri hapishanelere atmıştı. 1940 yılına kadar Sovyet yönetiminin Ahıskalılardan asker almamasına rağmen, 2. Dünya savaşında Alman cephesine askerleri Ahıskalılardan seçmişti. Geri kalan kadın ve ihtiyarlara da demiryolu yapımını vermesi gösteriyor ki, sürgün olayı önceden planlanmış.

1944 yılının Mayısında hazırlanmış bir belgeye göre, önce Ahıska Türklerini S.S.C.B.'ye üye olan Gürcistan'ın Şark ilçelerine nakletme kararı alınmış. Ancak bu belgenin sahte olduğu anlaşılmış. Bu da gösteriyor ki, gerçek niyueti ve planı gizlemek suretiyle; ortaya çıkacak tepkiyi ölçmek, aslı olmayan bir belgeyi kafa karıştırmak, dikkatler başka bir yöne çekilmeye çalışılmıştır. Daha sonra aynı yılın Temmuz'unda yeni bir plan yapılıyor. Tasdik edilen bu plan, Ahıska Türklerini Gürcistan Cumhuriyeti'nden atmak.

Bu acımasız Stalin rejimi, Devlet Savunma Komitesi kararına dayanarak sınır güvenliği gerekçesiyle 110 bini aşkın Türkü, Ahıska'nın 209 köyünden kargo trenleriyle Orta Asya'ya sürülmüştür. 13 Kasım 1944 yılında 'Komünist imecesi' uygulaması başlatıldı. Yollar, köprüler gibi işler, başlarına geleceklerinden haberi olmayan halka tamir ettirildi. 14 Kasım 1944 günü gece saat 12'de daha önce sınıra takviye amacıyla yerleştirilmiş on binlerce Rus askeri, Türklerin evini bastı. 4 saat içerisinde kamyonlara doldurulan çaresiz Türkler, demir yoluna getirildiler. Bu sırada yüz binlerce Ahıskalı aile, her türlü riski göze aldı. Rus askerleriyle çarpışarak Türkiye'ye geçmeyi başardı. Bu aileler günümüzde Ağrı, Muş, Ankara, Kırıkhan, İnegöl, Bursa, İstanbul ve diğer yerleşim yerlerinde yaşamaktadır. Türkiye sınırına gelen insanların toplanması için 15 dakika izin verildi. Kim, ne amaçla buna izin verdi belirsiz.

100-120 civarında Ahıska Türkü, kış mevsiminde 8-10 aile vagonlara doldurularak, kapılar kilitleniyordu. Allah.. Allah diye inliyorlardı. Ağlıyorlardı, bağırıyorlardı. Ancak onları duyan kimse yoktu. Vagonlar Hazar Denizine yaklaşmaya başladı. Ahıska Türkleri ise denize atılacaklarını sanıyorlardı. Bu olay karşısında Azerbaycan yönetimi, Ahıska Türklerini barındırmak istediler. Ancak Azerbaycan yöneticilerini kurşuna dizmekle tehdit ettiler. Stalin'in kararı kesindi. Acımazsızlığı, vicdansızlığı devam ediyordu.

3 gün sonra vagonlar, Urallar Bölgesine hareket etmeye başladı. Urallar Bölgesi'ndeki soğuk nedeniyle bir çok insan donarak hayatını kaybetti. Bu yolculuk sırasında donarak ölenler, açlıktan ölenler trendan dışarı atılıyordu.1 buçuk ay süren yolculuktan sonra insanlar Kazakistan, Kırgızistan ve Özbekistan'a dağıtıldılar.

O kadar insana yazık oldu ve bu soykırım Rusya tarafından hala tanınmadı...

Mehmet ZAROĞLU


Afrika insanı bir hayvandan daha mı değersiz?

Afrika insanı bir hayvandan daha mı değersiz?




Afrikalılar yıllardır açlık ve susuzlukla mücadele ediyor. Yıllardır oradaki insanların açlık ve susuzluktan hayatını kaybettiği biliniyor. İslam ülkeleri, BM öncülüğünde yardımlar düzenliyor. Ama yeterli olmuyor. Peki neden çözüm üretilemiyor? Neden bazı ülkeler bu duruma duyarsız kalıyor?

Evet.. Somali bir Afrika ülkesi. Fakirlik, yoksulluk içinde yüzüyor Somali. Bu ülkenin asıl derdi, ülke tarihinin darbeler tarihi olması. Eline silahı alan, kendini güçlü hisseden herkes bu ülkeyi yönetmek istemiş. Neticede ülke devamlı istikrarsız yönetilmiş. Bunun suçlusu asıl bu darbe yönetimini destekleyen büyük devletlerdir. Büyük devletler istese, Somali'de istikrarsızlık olmaz. Ama büyük devletlerin ve uluslar arası şirketlerin işine gelmez. Çünkü bu durumda bu devletleri sömüremezler. Somali gibi ülkelerin elinde madenleri var. Ama onlar değerlendiremiyor, büyük devletler bu madenleri alıp kendilerine harcıyorlar.

2008 yılında bir dram Demokratik Kongo Cumhuriyetinde yaşanmış. UNICEF'in iyi niyet elçisi aktris Mia Farrow, bölgeyi 3 gün dolaşmış. Cenevre'de konuşan Farrow şunları söylemiş;

"Kuzey-Kivu ahalisi gorillerden oluşsaydı çoktan çözüm bulunmuştu! Goriller ya da özellikle yavru köpekler söz konusu olsaydı, Batılı ülkeler durumun böyle devam etmesine izin vermezdi."

Şimdi Afrikalı insanlar hayvanlardan daha mı değersiz? Yorumu size bırakıyorum.

Mehmet ZAROĞLU

Korku ile ümit arasındaki denge

Korku ile ümit arasındaki denge




İnsan bu dünyada ne ektiyse onu biçer. Bu dünya sınav dünyası ve bu sınavı geçersek cennete gireceğiz. Evet bir çok günah işlemiş olabiliriz. Ama Allah'ın rahmeti üstündür. Bağışlamayacağı günah yok.

"Ben şu büyük günahı işledim. Kesin cehenneme gireceğim."

Bu sözü çoğumuz kullanmışızdır belki. Ama ümidinizi kesmeyin. İbadet edin, tevbe edin. Yeter ki bu İslam dininin gölgesinde olun. O geminin içinde olun. En küçük ibadeti bile ihmal etmeyin.

Necip Fazıl Kısakürek, Seyyid Abdülhakim Arvasi Hazretlerine bir gün şu soruyu sordu;

"Efendim! Kurtulacak mıyım?"

Arvasi Hazretleri'nin ise bu soru üzerine cevabı şöyle oldu;

"Bir gemi giderken, paspas da içinde gider. Yeter ki o geminin içinde ol Necip!

İnsan korku ile ümit arasındaki dengeyi iyi tutmalı. Cehenneme gideceğim diye korkma. Yeter ki bu geminin içinde ol.

Mehmet ZAROĞLU

İletişim

İletişim



Bana ulaşmak isteyen okuyucularım. Aşağıdaki linklerden ulaşabilirsiniz. Herkese saygılar, sevgiler.






13 Kasım 2015 Cuma

Para için ruhunu kirletme

Para için ruhunu kirletme



Para... Evet bu dünyada ne almak istersen, ne yaparsan her şey para.

Para ile imtihan olmak zor iştir. Eğer bu imtihanı kazanırsan büyük bir iş başarmışsın demektir. İmtihanı kazanmışsın demektir. Hz. Ömer'in bu konuda şöyle bir sözü vardır;

"Kişinin namazda inleyip durması sizi aldatmasın! Siz onun parasını nasıl değerlendirdiğine, parasıyla olan imtihanına bakın."

Para şımartmasın. Dünya malı, dünyada kalır derler. Kim alıp götürmüş ki öbür dünyaya dünya malını. Bir kağıt, bir demir parçası için şımarmaya değmez. Kalp kırmaya değmez. Ahlakını bozmaya değmez. Ruhunu kirletmeye değmez.

Mehmet ZAROĞLU



İşsiz olmak ve işsiz kalmak

İşsiz olmak ve işsiz kalmak




İşsiz olmak ile işsiz kalmanın arasında fark vardır. Bunu açıklamadan önce konuya bir giriş yapıyım.

İşsizlik, sadece ülkemizi değil, dünyanın ortak sorunudur. Bu sorunun yıllar boyunca bir türlü çaresi bulunamamıştır. İşsizlik oranı 2014 yılında Türkiye'de 9.6 olarak belirlenmiştir.

Herkes ailesini geçindirmek, rahatlık içinde yaşamak, kimseye muhtaç olmamak ister. Ama iş aradıklarında bazıları buldukları işi beğenmez. Çalışmaya üşenir. Ama tabi çalışmadan ekmek olmaz. Çalışacaksın, kazanacaksın. Eğer çalışmak yerine o kişi gece geç yatar, öğle kalkarsa, tembellik varsa, buna işsizlik denir.

Bazı insanlar için ise işsiz kalmak, insiyatif dışıdır. Bir firmada 3 yıl sözleşmen vardır. 3 yıl çalışırsın ve işten çıkarırlar. Ya da yapılan işten memnun değillerdir, işten çıkarırlar. Patronların yapılan işten memnun olmama durumu, çalışanı güvensizliğe sürükler. Kendini küçük görür. Ama iş bulmak, ailesini geçindirmek zorundadır. İşsiz kalmak da böyle bir şey.

Mehmet ZAROĞLU

12 Kasım 2015 Perşembe

İslam dininde 13 uğursuz rakam mıdır?

İslam dininde 13 uğursuz rakam mıdır?



Evet bugün günlerden 13 Kasım. Bugünü uğursuz bir gün olanlar vardır mutlaka. Çünkü bu rakam genelde uğursuz sayılır.

Uğursuz olduğuna inanan ülkelerde 13 numarası evlerde kullanılmaz. Uçaklarda 13 sayısı yoktur. Otellerde 13 numara yoktur. Ayın 13'ünde işe gitmeyenler, sokağa çıkmayanlar var. Bu inanç korku hastalığı gibi bir şey.

Bu inanç. Hz. İsa'nın son yemeğindeki Havarilerin sayısından kaynaklandığı düşünülüyor. Bir rivayete göre bu inancın kökü mitolojik tanrıların yaşadığı inanılan çağlara, İskandinavya topraklarına gider. O zamanlarda ışık ve güzellik tanrısı Balder bir ziyafet verir. Balde, Vikkinglerin meşhur tanrısı Odin ile Frigga'nın oğulları, ay kraliçesi Nanna'nın eşidir. Bu ziyafete 12 kişi davetlidir. Yalanların ve hilelerin tanrısı Loki, davetli olmadığı halde 13. kişi olarak ziyafete zorla katılmak ister. Bu arada çıkan tartışmada Loki, Balder'i öldürür. Balder diğer tanrılar tarafından çok sevilir.

Bu hikaye ve inanış, İskandinavya'dan Avrupa ülkelerine kadar yayılır. Hristiyan din adamları bu masalı kullanırlar ve Hz. İsa'nın son yemeğinde uygularlar. Hristiyanlarda Balder'in yerini Hz. İsa, Loki'nin yerini Judas alır. Bu yemekten sonra 24 saat içinde Hz. İsa çarmıha gerilerek öldürülür. Hristiyanlara göre bir yemeğe 13 kişi katılırsa, o yemeğin uğursuzluk getireceğine inanılır. Ayın cuma gününe rastlayan 13. günü inanca göre tamamen uğursuzdur. Ancak böyle bir günde doğmuşsanız, 13 uğurlu gündür.

Böyle bir hikaye. Bana göre batıl inanç. Müslümanlardan bazı kişiler de inanıyor 13 rakamının uğursuz olduğuna. Ama İslam dininde uğursuz sayı diye bir şey yok. Bu inanç, sadece Hristiyanlara özgü bir şey. Müslümanlar, Hz. Adem'in cuma günü yaratıldığına inanır. Cuma günü ayın 13'üne gelse de bu gün kesinlikle uğursuz değildir.

Mehmet ZAROĞLU

Namazı neden hızlı kılarlar?

Namazı neden hızlı kılarlar?
Namazı yavaş kılmak




Namaz, İslam dininin olmazsa olmazıdır. Allah'ın emridir. Mutlaka kılunmalıdır. Ama yaşayarak kılacaksın.

Namaz kılarken Allah ile iletişim kurarsın. Allah ile senin arandadır namaz. Sureleri yutarak kılmak, sakıncalıdır. Ancak sureleri yavaş ve düzgün okursan, bir sakıncası yoktur. Nihat Hatipoğlu namaz hakkında şu şekilde konuştu;

"Namazı hızlı kılmak günah değil. Yalnız namazın olmazsa olmazları vardır. Bunları yaparken eğer dikkat edersen, tam yerine getirirsen ve okuduğun Fatiha'yı doğru okuyorsan, yani kelimeleri yutmadan okuyorsan acele kılmakta sakınca yok. Mesela Allahuekber dediniz, eğildiniz değil mi? Eğilirken eğildin. Tam organların tam organların yere değmeden Semiallahü lim en hamideh dedin. Buna peygamberimiz namazdan çalma diyor. Namazdan çalma diyor yani. Secdeye vardın, daha alnın burnun bir yere değdi kaldırdın. Olmaz! Bütün vücudun şöyle rahatlayacak şekilde secdeye vardığında. Yani 20-30 saniye kalacak en azından. Buna biz tadiye erkan diyoruz. Bunlara dikkat ettiğimiz zaman hızlı kılmanın bir sakıncası yok."

Bana göre namaz yaşayarak kılınmalı. Yaşayacaksın, hissedeceksin. O zaman namazın güzelliğinin farkında olursun. Namaz kılarken dünyalık şeyleri düşünmeyeceksin. Yalnızca namaza konsantre ol, namaz aşkını doya doya yaşa. 5 dakika kılmak yerine 10 dakika kıl namazı. Daha makbul.

Mehmet ZAROĞLU

Erkeklerin kadınları cinsel obje olarak görmesi

Erkeklerin kadınları cinsel obje olarak görmesi


Kadınlar neden cinsel obje olarak görülüyor?

Hepimiz bir kadından doğduk, bu kadına da anne dedik. Anneler dünyanın en kutsal insanlarıdır. Yemez, yedirir, içmez, içirir. Büyük fedakarlıklar yapar.Her zorluğa karşı gelir ve büyütür.

Yoldan geçen kıza laf atanlar, kadının orasına burasına bakan insanlar neden kendilerini bir bir kadının doğurduğunu düşünmezler? Cinsel açlığın Afrikasıdır denir Türkiyeye. Sadece Türkiye değil ki. Bütün ülkeler böyle aslında. Türkiyeyi kötülerler bizim ülkemizdeki insanlar. Sosyal medya kullanan kadınlar, bir çok sözlü tacize uğrar. Erkekler cinsel organlarının fotoğrafını yollar, sapık sapık şeyler söyler vs. Tamam belirli bir ihtiyaçtır cinsellik. Ama bir kadına böyle davranarak bir şey elde edilmez.

Günümüzde yaşanan tecavüz olayları genel olarak sapıklığın ürünüdür. 15 yaşındaki çocuğu bile baştan aşağı süzen sapıklar var. Erkek o anda başka bir şey düşünmez. Beyni bel altı çalışır. Erkeklerin genel eğilimi kadını duygularıyla değil, fiziki özellikleriyle görmesidir. Bir kadını gerçekten seven, onu bir et parçası olarak görmez. Kedi ulaşamadığı ete mundar der ya. Bazı erkekler de tavlamaya çalıştığı kadından yüz bulamayınca 'kaşar' damgasını vurur hemen.

Ben de erkeğim. Ama böyle şeyleri gördükçe, duydukça erkek olmaktan cidden utanıyorum. Kadınları satan, randevu evlerinde parayla 100 tane erkekle birlikte olmaya zorlayan biz erkekler değil miyiz? Yılbaşında eğlenmeye çıkan bir kadını cinsel saldırıya uğratan da biziz. Saymakla bitmez bunlar.

Kadınlar neden kapanır? Neden Kur'anı Kerim'de kadınlara kapanın denmiştir? Yukarıdaki anlattıklarımdan dolayı. Bazıları kadın ne kadar kapansa da bakar. Çünkü beyni sadece cinselliktedir. Bazı erkeklere sorum şu;

Sadece cinsellik düşündüğün kadın, sana gerçekten aşıksa. Seni gerçekten seviyorsa o kadının hayalleri yıkılmaz mı? Hayatı kararmaz mı? Bunun hesabını sen nasıl vereceksin Allaha?

Mehmet ZAROĞLU

Herkese Selam

       

       Herkese Selam değerli okuyucularım. Mehmet Zaroğlu kimdir? Ben neden bu kişinin bloğunu okuyum? dersiniz. O zaman kendimi tanıtıyım :)

         Ben Ankara'da 14 Mayısı 15 Mayısa bağlayan gece doğmuşum. Yıl 1990. Sonra büyüdüm. Ana sınıfında okula ilk adımımı attım. Ben çok okul değiştirdim. Evimiz kira olduğu için, hep taşınmak zorunda kaldık. Her neyse.. Cebeci Anadolu Meslek Lisesi'ni bitirdim. 1 yıl rötarla :) Sonra Gazi Üniversitesi Uzaktan Eğitim Fakültesi - Bilgisayar Programcılığı bölümünü bitirdim. Şu anda Açıköğretimde okuyorum. Ama bir türlü bitmek bilmedi bu okul :)

         Şimdi ben bloğu neden açtım? Neden yazılarımı okumalısınız?

Hayalimdi bir blog sitesi açmak. Çok uzun zamandır. Paralı bir site açıyım dedim, olmadı. Ben de blogger'e girdim, açtım.

           Ben yazılarımda insanları bilinçlendirmek istiyorum. Bildiklerimi insanlara aktarmak, bilgilendirmek beni çok mutlu eder. Umarım yazılarımı beğenirsiniz.

Herkese saygılar, sevgiler.
   Mehmet ZAROĞLU